Blog Yazmaya Ne zaman ve Neden Başladım?

Eskiden beri kalemle olan bir bağım var. Bu bağ nasıl oluştu bilemiyorum ama okumaya, yazmaya ve araştırmaya meraklı bir insanım. Ayrıca gezdiğim yerleri fotoğraflar o yerler hakkında notlar alırım. Gittiğim mekanların insanları ile muhakkak iletişim kurar böylelikle insanı yani bizi hatırlamaya çalışırım. İşte zaman içerisinde bu notların, yazıların ve fotoğrafların biriktiğini gördüm ve bende bir blog sayfası açmaya karar verdim.

Belki bilmeyenimiz vardır. Blog; kısaca ifade etmek gerekirse düzenli olarak güncellenen ve kayıt tutulan web siteleridir. İngilizce birer terim olan “web” ve “log” kelimeleri birleştirilip “weblog” olmuş. Ardından bu kelimeyi de kısaltıp blog haline getirmişler. Ekstra bilgi olarak şunu söyleyebilirim. İngilizce’ de “log” kelimesi kayıt anlamına gelirken eski Yunanca’ da, légō, log- λέγω, λογ- söz söylemek anlamlarında kullanılıyor.

blog

Bloglarda yazar istediği her konuyu kendi istediği biçimde yazabilir, yorumlayabilir ve yayınlayabilir. Bloglarda, okuyucu ile yazar arasındaki iletişimi yorumlar sağlar. Bu anlamda blog sitelerinde yorumlar blog kültürünün vazgeçilmezidir diyebiliriz.

Tabi şunu eklemekte fayda var. Yazarın her konuyu istediği biçimde yazması cümlesini biraz açalım. Yazarın, “ifade özgürlüğü” adı altında toplumsal normlara, etik ve ahlaki değerlere uymadığı veya bilerek bu kavramları çiğnemesi durumunda bundan dolayı oluşacak gerilimden ancak sadizm ve anarşi doğar.

Bu sadece blog siteleri için değil, yayımcılık yapan tüm kuruluşlar için geçerlidir. Bazı kurallar insani olduğu için evrenseldir. Belki ileride başka bir yazıda daha geniş biçimde “Toplumsal, etik ve ahlaki değerlerimiz çerçevesinde yayıncılık nasıl olunabilir?” diye bir yazı paylaşmak uygun olur.

Yazmaya Başladığım Yıllar…

İnsanlarla oldum olası hep seviyeli bir ilişkim olmuştur. Seviyeli olmak günümüz dünyasında boş bir ifade gibi gözükse de kendi kişiliğimizin oluşmasında önemli rol oynar. Seviyeli olmak bize insan olduğumuzu, kendimizin bir değeri olduğunu hatırlatır. Seviyeli olmak aynı zamanda karşısındaki insana, insan olduğu için saygı gösterir. Saygı bekler. Örneğin günlük hayatta şu kelimeleri çok sık duyarız. “Seviyeli bir ilişkileri” var, veya “çok seviyesiz bir insan” gibi… İşte burada kastedilen taraflardan birinin karşı tarafa verdiği duygusal standart veya rahatsızlıktır aslında. Kısaca seviyeli olmak insan olmak demektir, omurga sahibi olmak demektir.

Bunun konuyla alakasını biraz aydınlatayım… Dedim ya insanlarla oldum olası hep seviyeli oldum diye, bunun oluşması için özel bir çaba sarf etmedim. Çocukluk yıllarından beri çevremde çok az arkadaşım oldu. Onlarla vakit geçirmeyi sevdim. Hiç bir zaman aşırı sosyal biri olmadım. Hatta dışarıdan bakınca soğuk bir insan olarak gözüküyor olabilirim. Ancak hiçbir kimse içinde hayatımın hiçbir döneminde olduğumdan farklı olmadım. Çok insan kaybettim, azı ile yola devam ettim ve yeri geldi paylaşacak kimsem olmadı. Ancak hiç dert etmedim çünkü bunlar benim için dert edecek meseleler değildi.

Sene sanırım 2008 veya 2009 olması lazım tam hatırlamıyorum. O zamanlar internet ile aramda epey mesafe vardı. Yani ilgimi çekmezdi. Mesela blog sayfası nedir bilmezdim. İnternet benim için bir kaç videonun izleneceği sanal dünyadan ibaretti. 90 kuşağı olanlar bilir, bizim gençlik yıllarımızda aşırı derecede internet kafeler vardı. Doğru, ama çoğunda oyun oynardık. Kimse oraya gidip “ya ben bir web sitesi tasarlayayım veya yazılım öğreneyim” demezdi yani… Ya oyun oynanır ya da MSN‘de takılırdık.

Ancak şunu çok kısa olarak söyleyeyim çünkü başka bir yazıya konu olsun. O dönemlerdeki sosyal hayatımız ve insani ilişkiler ile şu anki gözlemlediğim ilişkiler arasında dağlar kadar fark var.

En basitinden kısa bir örnek vereyim; hani günümüzde “zamanım yok”, “zaman bulamıyorum”, “zaman yetmiyor” gibi lafları o zamanlar sadece sınavlarda kullanırlardı. Çünkü herkesin bol bol zamanı vardı. Kendimi anlatayım. Okuduğum bazı şairlerin şiirlerinden etkilenerek şiir karalamaya gençlik yıllarımda başladım. Şimdi bakıyorum ve bazen okuyorum da insan hemen oldum istermiş… Oysa oldum dersin daha baştasındır, anlamazsındır. Bizimki de o hesapmış. Tabi kısa süre içerisinde müteşairlikten vazgeçtim. Ama yazmaya yeni başlıyordum.

Şiir bir kale. İçimizdeki kelimeler ise birer muhafız. Dilden çıkana kadar onun sahibiyiz. Dilden çıkınca ise o bizim sahibimiz.

Neyse üniversite yılları başladı… Yıl 2013, Üniversite hayatına biraz geç başladım. Kısaca sebeplerinden bahsetmiştim, hakkımda bölümünden okuyabilirsiniz. Kendi dünyamda bir yandan derslerle meşgul olurken bir yandan da vakit buldukça deneme ve düşünce ağırlıklı yazılar yazmaya ve okumalar yapmaya çalışıyorum. Yazmama, düşünmeme, okumama sosyal bilimlerde eğitim görmemin katkısı büyüktür.

İşte bu yıllarda farklı üniversitelerden olan birkaç arkadaşla tanışmıştık. Ve zaman içerisinde ilişkilerimiz ilerledi, dergi çıkarma fikri meydana geldi. Matbu mu olsun web üzerinden mi derken aylık e-dergi olarak künye.com (yoksa net miydi) çıktı. Her ay düzenli olarak çıkan yazılarımızı yollardık. Kimin ne yazdığını kimse bilmediği için bizim içinde yazıları okumak keyif verirdi. Ayrıca dergide farklı görüşten arkadaşların yazılarını okumak kimi zaman ufkumu genişletirdi.

Tabi e-dergi demişken, tahmin edersiniz ki web dünyasına bakışım çoktan farklı olmaya başlamıştı. İlk olarak internete bakışım farklılaştı. Üniversite’de araştırma yapmak, makale bulmak veya okumak için hep bilgisayarı yani interneti kullanırdık. İnternet artık neredeyse her yerdeydi ve ulaşılabilirdi. Ama en önemlisi artık internet ile alakalı çoğu kavramı biliyordum. Öğrenmeye çalışıyordum. Mesela bizim kurmuş olduğumuz dergide aslında WordPress tabanlı bir blog sayfasıydı. Dolayısıyla benim blog yazma geçmişim aynı zamanda derginin kurulacağı sene olan 2013’e dayanıyor. Hal böyle olunca ayrıca bir blog sayfası açmak istemedim çünkü zaten dergide yazıyordum. Üstelik derslerde epey yoğundu.

Dergiye yazı yetiştirmek, resim optimizasyonu, fontlar sonra her ay çeşitli konukların röportajını koymak, bu kayıtların düzenlemesini yapmak işin en zor tarafıydı. Ancak hepimiz iş bölümü yaparak bunları paylaştırır her ay o röportajı yetiştirirdik. Bu davet edilen isimler arasından bazılarını sayayım. Ferhat Kentel, İsmail Kılıçarslan, Alparslan Babaoğlu, Cezmi Bayram… Hepsi bambaşka görüş ve fikirler altında dergimize, dergi okuruna, ülke insanına röportaj vererek destek olmuş isimlerdi.

Derdi olanların dergisi olarak ortaya çıkan Künye dergisi tek sayı halinde, son sayısını Ocak 2015 yılında matbu biçiminde yaparak özel bir şekilde yayın hayatına veda etti. Bu zamansız vedanın elbette sebepleri vardı. Bunu ileride belki özel bir yazı olarak Künye dergisini ele aldığımda size söyleyebilirim. Ancak en başta bahsettiğim gibi dergi ve dergi yazarları kendi içerisinde hep seviyelerini korudular.

İtibar, Yedi İklim, Notlar ve Diğerleri…

Künye Dergisi’nin kapanması ile beraber tahmin ettiğiniz üzere blog hayatıma da bir nevi ara verdim. Yazı hayatımda bir eksiklik hissetsem de geriye dönüp baktığım zaman dergide yazmış olduğum yıllarda yazılarımın olgunlaştığını görebiliyordum.

Yine okuduklarımın bazılarını süzgeçten geçirip ayırdığım dönemlerin birinde Yedi İklim dergisine bir yazı gönderdim. Ali Haydar Haksal mail üzerinden Üsküdar’daki yerlerine davet etti. Tanıştık, oturduk, sohbet ettik. Uzun uzun dergiyi, derginin kriterlerinden söz etti. Yazıma dair bir kaç övgü aldım. Ancak bazı yerlerin düzeltilmesini istedi. Yazmaya devam etmemi de ekledi. Bende bu tecrübeli yazarın deneyim ve sözlerinden yararlanarak oradan memnun şekilde ayrıldım. Bir sonraki ay yazımı dergide görünce yazı yazmanın yazmaktan öte bir şey olduğunu bir anlayış, anlamlandırma ve aramak olduğunu fark ettim.

***

Aynı dönemde başka dergilere de yazılar gönderiyordum. Bunlardan bir diğeri ise İtibar dergisidir. Okuldan ve derslerden kalan vakitlerde farklı konular üzerinde denemeler ve inceleme yazıları göndermek hoşuma giderdi. Mesela seçmeli derslerde kimse felsefe dersi seçmezken felsefe hocasından ders dinlemek benim ilgimi çekerdi. Ez cümle bu öğrendiklerim, okuduklarım tarih ile felsefeyi harmanlayarak yeni bir metot geliştirmemi sağladı. Tabi olarak bu cümleleri insanlara aktaracağım yerler dergilerdi. İşte İtibar dergisi bunlardan biri olarak hayatıma girdi.

Yine yazılarımı yolladığım ve yayın kurulundan mail aldığım bir zaman sonrası Çengelköy civarına gezmeye gitmiştim. Akşam vakti telefonum çaldığında İbrahim Tenekeci ile görüşmüş olduk. Beni, Sultanahmet civarındaki dergiye çağırmış ve tanımak istemişti. Sözleştiğimiz saat ve yere gittiğimde bir dairenin kapısını çaldım. İçeri girdim, koridordan geçince seslerin geldiği tarafa yöneldim. İçeride Furkan Çalışkan ile beraber İbrahim Tenekeci vardı. Selamlaştık, tanıştık. Kendilerinden, dergiden, birazda siyasetten bahsettiler. Aslında Furkan Çalışkan’ı bizim dergimiz (Künye) vasıtasıyla tanımıştım. Röportaj yapmıştık. Beni görünce zaten tanımıştı.

Velhasıl… Bu vasıta ile İtibar dergisinde de yazılarım yayımlanmış oldu. Farklı insanlar tanıdım. Bu dergiciliğin en güzel tarafı da buydu. Kalem oynatan insanlarla tanışıyordunuz.

İtibar dergisine 85. sayısından itibaren katkı sağladıysam ne mutlu. İtibar dergisi gerçekten Türk düşünce hayatına yön veren nadir dergilerden biriydi. Çizgisi Milliyetçi-Muhafazakar idi. Oysa ben hayatımın hiç bir döneminde hiç bir siyasi görüşe yakınlık ve heyecan duymadım. İşte belki de bu yüzden daha özgün yazdım, yazdıklarım sevildi.

İtibar dergisi maddi sebeplerden ötürü sanırım 97. sayısı ile yayım hayatına veda etti. Derginin bu zamana kadar ayakta durmasındaki en önemli rol dergi okuyucuları ve dergiye destek verenlerdir.

***

Notlar dergisi ile tanışmam Kaknüs Yayınları vasıtasıyla oldu. Anlatayım… Her ay olduğu gibi bazı dergileri kurcalamak için Üsküdar’da ki bu yayınevine gittim. Gözüm raflarda geziniyor. Dergah, İtibar, Yedi İklim, Varlık sonra bir dergi gözüme çarptı. Notlar diye… Üç aylık düşünce ve kuram dergisi. Aldım şöyle bir karıştırdım gayet güzel metinler var içerisinde. Kaliteli ve özgün. Aldığım dergilerin arasına kendisini koydum ve böylece dergilerin entelektüel yazı açığını kapattım.

Tabi metinleri okudukça dergiye yazı gönderme iştahım kabardı. Dergiye yazıyı gönderdiğimde 11. sayısını çıkarıyordu. Murat Erol ile mail üzerinden tanışmış, Ankara’ya gelirsem uğramamı istemişti. Tabi dergi çevresi ile çok bir sohbetimiz olmadı çünkü dergi 13. sayısından sonra ekonomik sebeplerden ötürü kapanmıştı. Yine de Notlar dergisinde yazdığım yazılar bana hep ayrı bir seviye kattı. Dergi yazılarına şuradan pdf olarak ücretsiz ulaşabilirsiniz.

***

Böylece blog yazma ihtiyacımı dergilerde yazarak doldurmuş oluyordum. Ancak bir sorun vardı. Dergiler kendi kriterleri çerçevesinde yazıları yayımlıyor ve yavaş yavaş kendilerine sabit bir yazar çevresi oluşturarak kendi alanlarını oluşturuyorlardı. Bu iyi gibi gözükse de fikir akışını, düşünceyi zamanla durağanlaştıracak, belli kimliklere büründürecekti. Oysa biz kendi dergimizi çıkarırken dışarıdan gelen yazıları mümkün mertebe değerlendirmiş ve yayın kurulu haricinde sabit bir yazar kitlesi oluşmasını engellemiştik.

Türkiye Yazarlar Birliği’ne Davet…

Yazı yazmaya, okumaya, kendimi onarmaya ve yamalamaya devam ettiğim yıllar böyle devam etti. Üniversite bitti… 2019 yılında ise Türkiye Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen geleneksel Türkiye 3. Genç Yazarlar Kurultayı için yazılarımı TYB‘nin mail adresine gönderdim. Yalova‘da düzenlenecek olan bu kurultayın o seneki teması “Geleceğin Edebiyatı: Dijitalleşme, Gençlik ve Edebiyat” üzerineydi. Toplam üç gün sürecek ve bütün Türkiye‘den 30 genç yazarın katılacağı bu kurultayda çeşitli yazarlarla tanışma fırsatım olacaktı.

Hiç beklemediğim bir gün bir telefon aldım. Telefondaki bayan TYB‘den aradığını kurultaya girmeye hak kazandığımı ve detayları mail üzerinden göndereceğini söylemişti. Telefon kapandığında gerçekten çok mutlu olmuştum çünkü insanın belli çabalarının birileri tarafından görülüyor olması ve takdir edilmesi onur verici bir şey. Böylelikle yazarlık hayatıma bir tuğla daha koymuş oldum.

Velhasıl… Yalova‘da düzenlenen bu kurultayda bizleri gayet güzel ağırlayan Türkiye Yazarlar Birliği benim için unutulmaz anılarımdan biri oldu. Burada tanıştığım insanlardan kimisi hakkına kavuşmuştur. Bunlardan biri rahmetli Mehmet Doğan‘dı. Öte yandan Necip Tosun, Ali Ayçil gibi yazarlarla ‘da tanışma fırsatım oldu. Çok farklı görüşten yazar arkadaşlarla tanıştım. Hepsinin kendine has kalemleri vardı. Ayrıca dönemin Yalova Valisi Muammer Erol bizleri ziyarete gelip çay ve poğaça yemişti. Kısacası, güzel zamanlardı.

Pdf dosyalarına ulaşmak için buyurun

Yeniden Blog Sitesine Dönüyorum…

Yazı hayatım tam çıkışa geçmişken 2020 yılında pandemi ortaya çıktı. Birde ticari hayata sürüklenince kafamdaki her şey altüst oldu. Üstelik böyle bir dönemde bazı özel sebepler ortaya çıktı. Böylelikle kalemi en azından belli bir süreliğine kenara koymaya karar verdim. Oysa güzel bir ivme yakalamıştım ve bu ivmenin sonunda belki yazılarımdan oluşacak bir kitap çıkartabilecektim ki olmadı.

Hal böyle olunca ticari hayata yöneldim. Bu alanda kendimi yoğunlaştırdım. Kafamı sadece buraya odakladım ve bunun için bir şeyler yapmaya başladım. Bir web sitesi kurma girişimim oldu ancak tam olarak yapamadım. Sonradan bir şirketle anlaştım. Ayrıca çok bilindik e-ticaret sitesi ile anlaştım. İlk seneler oldukça verimli olan bu hayatımın daha sonrasında hiç beklemediğim meseleler ortaya çıktı. Ayrıca artık yorulmuş, ticaretin pek bana göre olmadığını anlamıştım. Ticari ilişkilerimi daha sonra farklı bir yazıda geniş biçimde yazacağım.

İlk okuduğunuzda hikayede eksik var gibi gözükebilir ama inanın bana diğerleri ile birleşince kitabın ortasından değil başından konuşuyorum şuan.

***

Yıllar geçiyor, yapraklar dökülüyordu. Yaklaşık üç-dört yıl süren ticaret hayatından sonra 2024 yılında bol seyahatli ve dinlenmeli bir yıl geçirdim. Kafamdaki düşüncelerin aktarımını bir şekilde sağlamalı ve en azından bu şekilde huzurlu olmalıydım diye düşünüyordum. Belli bir süre sonra tekrar yazmaya koyuldum. Ancak motivasyon olarak kendimi çok yetersiz hissetmem sebebiyle bir türlü başlayamıyordum. Başladığım zaman ise belli bir zaman sonra tekrar yazmayı bırakıyor “ne işe yarayacak ki” , “neden yapıyorum” gibi pragmatik sorularla kendimi yoruyordum. Bu denemelerden bir kısmını blogspot vasıtasıyla paylaşmam anca gönül eğlendirmek gibi bir şeydi. Sadece veri depoluyordum o kadar.

***

2025 yılının Şubat ayı itibariyle yeniden farklı bir biçimde bir blog sayfası kurmayı düşündüm. Ve bunun içinde web tasarıma odaklandım. Önceden zaten teknik konularda belli seviyelerde bilgim olmasına rağmen A’dan Z’ye web tasarımı ve web sitesi açmayı öğrendim. Blogspot ve WordPress.com denemelerinden sonra WordPress.org site hızında adeta füze etkisi yaptı. Bunların hepsi gerçekten uzun ve uğraştırıcı tecrübelerdi. Ama sonunda değdi. Aralarındaki farkı ve bloglar arası geçiş hikayelerimi bir başka yazıda okuyacaksınız.

***

Blog yazmaya tam anlamıyla artık başladım. Kendimi geç kalmış hissetmiyorum aksine tecrübeli olduğumu bile iddia edebilirim. Çünkü okuduğunuz üzere 2013 yılından beri yazıyorum. Bu seneler içerisinde hem kendi dergimizde hem başka dergilerde yazma fırsatım oldu. Yeniden belirtmek isterim ki yazı hayatım e-dergi ile başladığı için blog hayatım ile iç içe başladı. Bu beraberlik 2025 yılından itibaren yeniden kendi web sitemde özgürce dile getireceğim düşünceler ile hayat bulacak.

Bu ilk yazım ile sizlere ayrıca Merhaba demek istedim.

Bu yazıyı beğendiyseniz paylaşabilirsiniz.
gezginfikir
gezginfikir

Hakkımda sayfasına yönlendiriliyorsunuz:) Sizi en iyisi oraya alalım.

Bülten

E-mail adresinizi girip üye olabilirsiniz.

Bir yanıt bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir