Hakkımda

Merhabalar, ben Furkan. En başta belirtmek isterim ki uzun bir yazı olacak. Şimdiden sabrederek okursan, beni az buçuk tanıyacaksın. “Yok ben sabredemem” dersen… Sayfadan direk çıkmanı öneririm. Her ne kadar insan kendi hakkında bahsetse de biraz eksik biraz yavan kalacak. Bunu bilerek yola çıkıyoruz zaten değil mi? Hayat denen bu karmaşık rasyonalite yoksa nedir? Ben, sen, o, biz, siz, onların hayatı mı yoksa biz denen hepimizin hakkında bize düşen payı paylaşmak, yaşamak, anlatmak ve hikayeleştirerek hakkımızı dile getirmek mi?

Belki aklından şunlar geçmiş olabilir. Arkadaş bu nasıl “hakkımda” girişi ya hu! “kesin insanları yazılarına çekmek için yapıyordur” veya “dur bakalım ne diyecek” gibi şeyler…

Ama inanın bunların hiçbiri için değil, doğal süreçte ne yaşandıysa onu yazacağım bu blogda. Zaten bu blog sayfasını kurmamın amaçlarından biri de bu. Kendimizi anlatmak. Bizi, hepimizi. Bu siteyi kurarken en büyük artım hür ve bağımsız bir şekilde yazmak olacak. Hiçbir dergi, dernek, kuruluş, şirket, siyasi görüşün etkeni altında kalmadan veya akademi dünyasının yayvan ağızlı kelimelerini sarfetmeden bütün cümleler şahsıma ait olacak. Ve bütün cümlelerden şahsen sorumlu olacağım.

İşte bunun için gezginfikir.com‘u hayata geçirdim. Blog dünyasına giriş yazılarımı veya yazarlık hayatıma dair geçmişteki tecrübelerimi kısa zaman içerisinde başka bir yazıda geniş şekilde paylaşacağım. Ama önce biraz hayat denen şu kısacık zaman diliminde neler başarmış, başaramamış veya yarım kalmış biraz paylaşayım isterseniz.

Küçük yaşlardan beri hayalperest olduğum söylenir…. Doğru. Sakin, sessiz ve sürekli hayal kuran bir yapıya sahibim. Ve hala öyleyim. Bundan kimi zaman şikayet etsem de ben buyum. Gerçekten bazı zamanlar dünyanın “gerçekleri” ile benim “gerçeklerim” kıyasıya mücadele eder. Ve yine çoğu insanın maalesef hayal dediği, olmaz öyle iş dediği bir çok şeyin zaman içerisinde olduğunu gördü bu gözler…

İnsan beyninin sağ ve sol lobdan oluştuğu bilinir. İşte ben sağcıyım. Yani bir zamanlar sanatla uğraştım. Sanırım yıl 2009 veya 2010 olması gerekiyor… Bahçeşehir Üniversitesi‘ni kazanmıştım. İki yıllık işletme veya iktisat. İnanın onu bile hatırlamıyorum. O kadar umurumda değilmiş demek ki. Tabi ki kayıt olmadım. Yani hiç meraklı değildim işletme veya iktisat okumaya. Kısaca rakamlar, analizler, istatiksel hesaplamalar falan benlik değil. Hala öyle…

Aynı yıl Üsküdar Mevlevihanesi‘nin hemen bitişiğindeki Klasik Türk Sanatları Vakfı‘nı keşfettim. Haftada 3 gün ebru kursuna gidiyordum. Bir yandan da Osmanlıca metinler öğretiyorlardı. Aynı zamanda hat sanatına da biraz aşinalık başlamıştı. Kısmen hocalarımızdan ve ortamdan bahsetmek istiyorum. (Bir gün bu yazıyı okurlarsa hepsine saygılar şimdiden…) İlk olarak ebru sanatı hocam Alparslan Babaoğlu idi. Babacan, samimi, güleryüzlü bir yapıya sahipti. Ders aralarında bol bol çay sigara içerdi ve bizimle içten diyalogları olurdu. Ebru sanatının nereden gelip nereye gittiğini, ne demek olduğunu, neyi simgelediği falan hep ondan öğrendim. Şuan kendisi hala vakıfta ders veriyor ve sanırım FSM üniversitesinde ‘de Geleneksel Türk Sanatları bölümünde derslere giriyor.

üsküdar mevlevihanesi
Üsküdar Mevlevihanesi

Osmanlıca hocamız Serhat Aslaner‘di. Arap alfabesini dahi bilmeyen ben zaman içerisinde Osmanlıca matbu metinleri okuma düzeyine gelmiştim. Hocanın yüzüne geçen yıl bir haber sitesinde rastladım. Aradan neredeyse on sene geçmiş… İçimden diyorum “ben bu simayı bir yerden tanıyorum” diye… Çünkü kendine has bi giyim çizgisi vardı. Neyse… MİA İstihbarat ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi Koordinatörü olmuş. Hala orada çalışıyor. Hafızam beni yanıltmadı.

Evet nerede kalmıştık, neyse zaman akıp gidiyordu. Birinci yılı doldurmuş battal ebruyu öğrenmiştim. Beşinci yılın sonunda icazet alabiliyordunuz. Yani siz beşinci yılın sonunda artık alanınızda ders verebilecek yetkinliğe erişiyordunuz. Ama işler hiç istediğim gibi gitmedi. Ebru sanatını bilmeyenler için söyleyeyim. Bu işin boyası, teknesi, kağıdı, fırçası, ödü kısaca her şeyi ayrı. Ve gerçekten uğraşmanız gerekiyor. Yani ben işi gönülden yapacağım demeniz lazım. Yoksa benim gibi birinci yılın sonunda öğrenmekten vazgeçersiniz.

Aslında olay şöyle gelişti…

Evde de çalışmam gerekince boyalar vesaire etrafa dağılıyor, ev öd kokuyor. Bir de üstüne her fırça darbesi ile etrafa, perdelere boya sıçrıyordu. Sonuç olarak bu işlerden bıkan annem benim ebru hayatıma darbe vuruyordu. Kısaca onun gerçekleri ile benim hayal denilen gerçeklerim uyuşmuyordu.

Battal ebru
Battal Ebru

Bu arada şunu söyleyeyim ve hatta iddia edebilirim, ebru sanatını yaparken (üstadlar icra ederken) diyor, hayal alemine yani aslında “hakikat” alemine ufaktan bir giriş yapacaksınız. Biz yapamadık…

Yıl 2012 oldu. Şehir Üniversitesi-Radyo,Sinema ve Televizyon bölümünü kazanmışım. O zamanlar üniversitenin binası Altunizade’deydi. Okul açılalı kısa bir zaman olmuştu. Yani 3-4 senelik bir okuldu. Kayıt yaptırana Macbook air falan veriyorlar. İmkanları falan iyi yani. Tabi mezun olamazsan elinden alıyorlardı. Ben okulu daha hazırlık sınıfında yarım bıraktım. Oldum olası ingilizceyi öğrenemedim. Çok sonradan keşfettim ki benim bir dili veya ağızı öğrenmem, kelimeleri unutmamam için o dili bilen bölge, ülke insanları ile temas etmem gerekiyormuş. Kısaca hazırlık zor geldi, ben de çok sıkıya gelemeyen bir insanım. Ee… durum böyle olunca üniversiteyi bıraktım. Okula gelince güzeldi… Arkada bir bahçesi vardı pofuduk armut koltuklar sonra iç mekan tasarımı renkli, değişik falan. Kısaca pişmeyen aş anca karın ağrıtır. Benim ki o hesap. Sonradan 2020’de okul siyasi sebeplerle kapandı galiba.

Neyse 2013 oldu. Benim ki çekirge misali oradan oraya sıçrayıp duruyorum. Bu arada hazırlığı bırakmıştım ya aradan iki ay sonra falan Kadıköy’de modern resim ve sanat kursuna yazıldım. Elimde resim çantası, kalem bu sefer resim yapmaya gidiyorum. Aslında nihai amacım Geleneksel Türk Sanatları bölümünü kazanmak. Neyse portakal, elma falan çiziyoruz işte. İnsan figürleri el, ayak ve hatırlayamadığım bir sürü şey. Bir binaya hapsetmişler hepimizi resmen boğuluyorum ama yazıldık bir kere. Ve kazanmam lazım bu bölümü. İnanmışım kendime. Bilmem yalan olmasın ama yedi, sekiz ay öyle geçti üniversitelerin özel yetenek sınavları başladı. Mimar Sinan’a girdim. Girmemle çıkmam bir oldu. Yanımdaki çocuk, onun yanındaki, sonra diğeri resim yapmıyorlar. Başka boyuttalar. Yapay zeka gibi bir şeyler bense Commodore 64 adeta. Resim yapmayı! bıraktım, kalemi olduğu gibi sağa sola, yukarı aşağıya oynatarak karalıyorum sayfayı. Bu sefer de millet resim yapmayı bıraktı bana bakıyor. Sonra sakin bir şekilde şunu düşünerek kağıdı hocaya teslim ettim. Senin bilgini ortadaki şu nesne belirleyecekse hiç belirlemesin daha iyi! Ardından Beşiktaş vapurlarına kadar düşünerek yürüdüm. Eve geldim. Kapıyı annem açtı sıcak bir ses tonuyla “nasıl geçti” diyerek seslendi.

“İyiydi anne” dedim.

Ertesi günler başka özel yetenek sınavlarına girdim. Olmadı tabi. Son olarak Fatih Sultan Mehmed Üniversitesi sınavına giriyordum. Çünkü artık yeterdi yani. Okul eğitim hayatına geçeli kısa bir zaman olmuştu. Sınav şekli pratik değil teorik bilgiye dayanıyordu. Yani size bölüm ile alakalı bazı sorular sorarak not veriyorlardı. Rektörü veya o zamanlar Geleneksel Türk Sanatları bölümü başkanı da olabilir tam hatırlayamadım Hüsrev Subaşı idi. Bölümle alakalı bazı sorular soruyor. Cevap veriyorum. Neyse sınav sonuçları açıklanıyor. Yedek kontenjandan bölümü kazanıyorum.

Kısaca anlatayım. sonuçlar açıklandı. Yedeğin yedeği olarak girmişim. İlk yedekteki arkadaş ile Kadıköy’de aynı dershaneye gitmiştik. Sınav öncesi ayak üstü biraz çocukla konuşmuştuk hatta. Neyse bu çocuk okula yazılmamış dolayısıyla beni ilk yedekten okula kayıta çağırdılar.

Ama!

Aynı zamanda aynı yıl 29 Mayıs Üniversitesi, Tarih bölümünü kazanmışım. Yani bir seçim yapmam lazım. Tabi bizimkilerde fikrini söylüyor. Onlar tarih olsun istiyor. Ben ne istediğimi tam bilmiyorum. Kafam çorba kısaca derkeeen… Kendimi 29 Mayıs Üniversitesi’nin İngilizce hazırlık bölümünde buluyorum:) Allah’ım nereye düştüm, ne yapacağım şimdi diye diye ilk dönem bitmiş zaten. Kısaca ite kaka hazırlık sınıfını geçiyorum. Az daha kalacaktım. Anlatayım… Hazırlıktan sınavlara kalan dört arkadaşız. Bir arkadaşımın adı Hakan’dı. Turuncu kafalı akıllı bir çocuk. İlk on bine girdim deyip övünürdü. Yıl sonunda İngilizce hazırlık sınavında kendisini yanımda buldu. Bu yazıyı okursa selam olsun. Şimdi sanırım bir okulda öğretmen olarak çalışıyor. Evet, nerede kalmıştık sınavlara girmedik resmen cevap kağıtları önümüze serildi. Geçin gidin arkadan gelenler var dercesine. Olay böyle gelişince artık lisans hayatım resmen başlamış bulunuyordu. Bu arada şunu belirteyim, benim zamanımda Üniversite binası Altunizadeydi. Sonradan Elmalıkent’e taşıdılar… Altunizade iken İsam (İslam Araştırmarları Merkezi) adlı kütüphane ‘den olabildiğince faydalandık. Çay’da ücretsizdi. Ne günlerdi be…

Üniversitede hayatımı ve üniversitede neler yaşadığımı, nelere şahit olduğumu iyisiyle kötüsüyle başka bir yazıda paylaşacağım. Sonuç olarak beş yılım burada geçti.

Okuldayken bir e-dergi olan Künye Dergisi‘ni farklı üniversitelerin farklı bölümlerinde olan arkadaşlarla kurmuştuk. Bu aynı zamanda yazarlık anlamında ilk tecrübelerimdi diyebilirim. Oldukça başarılı bulduğum ve hayli emeklerimizin geçtiği dergiyi üçüncü yılın sonuna doğru kapattık. Bütün yazan arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Üniversite yıllarında ve daha sonrasında aktif olarak farklı dergilere yazı yazardım. Bunlardan bazıları İtibar, Yedi İklim, Notlar vs. Bugün bu dergilerin kimi ekonomik sebeplerden kimi ise farklı sebeplerden dolayı kapandı. Yazı hayatımın nasıl başladığını, üniversiteyi bitirdikten sonra 2019 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen Genç Yazarlar Kurultayına davet edilmem gibi süreçleri merak ediyorsanız bu yazıyı okuyabilirsiniz. Türkiye’deki dergilere ve dergiciliğe bakış açımı, tarihsel süreci ve eleştirilerimi ise yine buradan okumanız mümkün.

Eğitim hayatım sona erdikten sonra işsiz bir tarih mezunu olarak işsizler kadrosuna girmiştim. Tabi o zamanlar o şekilde düşünüyordum. Ardından bizim pederin şirketinin yanında çalışmaya başladım. Ama nasıl sıkılıyorum bilemezsiniz. Bir de araya pandemi girince beni yeniden afakanlar bastı.

2020 yılı yazarlık hayatımı ciddi anlamda olumsuz yönde etkiledi. Bununla beraber ticari hayata adım atmaya başladığım yıl oldu diyebilirim. Ticaret hayatına başlamam, tecrübelerim, ticari hayattaki şark kurnazları, E-ticaret’e hızlı bir şekilde atılmam, borsa ile uğraştığım dönemler ve ticari hayatımı sona erdirdiğim yaklaşık üç-dört senelik bu zaman dilimini de yine kişisel blogumda beni tanıyarak tecrübe edeceksiniz…

Ee… Peki şuan ne yapıyorsun diye sorabilirsiniz? Çünkü millet olarak biz yeni tanıştığımız bir insana ikinci bilemediniz üçüncü soruda “ne iş yapıyorsun?” diye soran meraklı bir toplumuz. Açık söylemek gerekirse geçen sene yani 2024 yılında hiç bir şey yapmadım. Yaklaşık iki hafta boyunca ve kimi zaman bazı farklı dilimlerinde Van‘dan başlayarak kısa bir Anadolu seyahatine çıktım, çadırda kaldım, farklı etnik kimlikte ve kültürde olan insanlarla hoş beş ettim. Aralıksız dört saat boyunca yürüdüm. Van Gölünün kenarında semaverde çay içtim, Ahdamar‘da dua ettim. Elazığ, Kapalıçarşı’da esnafla konuştum, Kayseri‘de Erciyes’in eteğinde duruldum. Konya‘da Mevlana’ya vardım. Sivas‘da Madımak’da yandım. Beş ay boyunca bir sahil kasabasında denize girdim, güneşlendim, yeni insanlar tanıdım, doğayı dinledim. En sonunda aslında mutlu olduğum şeyin yeni insanlar ve kültürler görmek, tanımak olduğunu anladım.

Akdamar Kilisesi
Akdamar Kilisesi, Gevaş

Van’da tanışmış olduğum güzel insanlardan bazıları… Kimi üniversite öğrencisi kimi öğretmendi. Hepsi ile bir tevafuk sonucu karşılaştık

Gelin görün İstanbul’a adımımı atar atmaz bu şehrin trafiği, gürültüsü hemencecik ruhumu esir almaya başlamıştı. İşte bu kafa karışıklığını yoğun hissettiğim dönemde uzun zamandır aklımda olan web sitesi açma projesini hayata koydum. Blogspot ile başlayan blog hayatımı önce WordPress.com‘ a fakat oradaki yavaşlıktan sonra profesyonel olarak WordPress.org‘ a taşıdım. “Üçünün arasında ne fark var ki?” diyenler olacaktır. Bu sitenin yapım aşamalarını anlatacağım yazıları okumalarında fayda var. Hepsi bizzat tecrübe edilmiştir. Hepsini zamanla yazacağım.

Web tasarım ve bir web sitesini oluşturma aşamalarını öğrendikten sonra gezginfikir.com adlı bu sitemi meydana getirdim. Bu süreç yaklaşık A’dan Z’ye iki ayımı aldı. Büyük ihtimalle siz bu yazıyı okurken bile sitedeki diğer yazılar için çalışıyor olacağım. Blog yazarlığı basit bir iş gibi gözükse de aslında hiç de öyle değilmiş. Blog sayfam için en azından haftada üç kere yazma hedefi koydum. Tabi ki amacım tanınan bir blog yazarı olmak falan değil.

Zaman içerisinde birikmiş, biriken ve birikecek olanı kendi tarihsel perspektifimden olduğu gibi anlatmak. En azından olabildiğince ve kendimce.

Onun yanında bu aralar tasavvuf kavramlarını, zaman içerisinde nasıl değiştiğini ne tür görüşlerin bulunduğunu falan araştırıyorum. Tarih ve Kültür okumaları yapıyorum. Küçük İstanbul turları yapmakla beraber ara sıra müze ve sergileri geziyorum. Osmanlıcam, tarih okuduğum zaten mevcut. Bu gezilerimde bazen işe yarıyor. Farsça için ise şuan merak aşamasındayım. Bir de son zamanlar da kafamı kurcalayan acaba bir de vlog mu çeksem düşüncesi çok ciddi ağır basıyor. Dördüncü boyut, zaman, evren, yaratılma, tanrı gibi kavramları da bol bol araştırırım. Enstrümantal müzik severim, kaliteli film izlerim. Şimdilik benden bu kadar.

Geriye dönüp baktığımda hep bir arayış içerisinde olduğumu hissediyorum. Ömrümün kalanında da ihtimaldir ki bu böyle olacak. Kendi hayatım hakkında size olabildiğince samimi olmaya çalıştım. Kısa bir hakkımda yazısı ile sizlerle tanışmak istemedim. Umarım yazılarım veya içeriklerim size işkence olmak yerine biraz olsun sizlerin hayatına dokunur ve fayda sağlar.

Peki Ne Nerede?

  • Bİ’KAFA Aklıma gelen konular hakkında okumalarım eşliğinde düşünce ve eleştirilerimi paylaşacağım.
  • Sanat Film İşte izlediğim sinema filmlerine veya dizilere dair yorumların yanında gittiğim müze, sergi gibi aktivitelerin bulunduğu alan olacak.
  • Kişisel kategorisinde hayatımdan izleri bulabilirsiniz.
  • Seyahat ise günlük veya daha uzun zaman süreli gezdiğim veya gezeceğim yerlerin notlarını paylaştığım bölüm.

İletişim bölümünden bana her zaman ulaşabilirsiniz. Sosyal medya veya mail üzerinden yazabilirsiniz. Youtube adresim maalesef henüz aktif değil. Vlog meselesini kararlaştırdıktan sonra aktif edeceğim. Instagram adresim için bir tık… Diğerlerini kullanmıyorum.

Önemli Not: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, yorum veya mesajlar onaylanmadığı gibi aksi durumlarda TCK. 125. maddesi gereğince dava açılacaktır.