Orta Asya ve Hindistan’da İslam Mimarisinin İzini Sürmek…

Bir önceki yazımda Uygur mimarisine ve stupalarına değinmeye çalışmıştım. Bu yazımda ise İslamiyet’in yayılması ile beraber Orta Asya ve Kuzey Hindistan‘daki İslam mimarisinin gelişimine örnekler eşliğinde bakmaya çalışalım.

Orta Asya’nın küçük bir kısmı 8. yüzyılın ortalarında belli akınlar ve irili ufaklı savaşlar ile zaten İslamlaşmıştı. Fakat İslam’ın kalıcı olması ve yaygınlık kazanması için 10. ile 12. yüzyıllar arası dönemi beklemesi gerekiyordu. Böyle geniş ve teferruatlı bir konunun uzamaması adına Orta Asya ve Kuzey Hindistan’daki İslam mimarisini 13. yüzyıla kadar incelemeye çalışacağım. Anadolu’daki eserlerin irdelenmesini ise bir sonraki yazıya saklama düşüncesindeyim.

İslam’ın ilk mabedleri ve İslam mimari öğeleri günümüze kıyasla oldukça ilginçtir. Buradaki ilk mabedlerden kastım “İslam Rönesansı” sayılan 8.-15. yüzyıllar arası olan dönemleri kapsamaktadır. Her biri mimari olarak kendi içerisinde evrensel sanat anlayışının temsilcileri gibidir. Dışları zarafet içleri ahenk taşır. Tek bir yaratıcının egemen gücünü estetik olarak en güzel biçimde ifade etme çabasındadırlar.

İşte böyle bir İslam medeniyet bilinciyle donanmış mimarlar, minyatürcüler, hattatlar, ustalar sahip olduğu bilgiyi, görgüyü, kültürü aktarmak ister. Hakikat asla kendini göstermez ancak birer yansıma olarak bilinç bularak kimlik yaratır. Tecelli bulur. İşte bu da İslam’ın mimari öğelerine yansımıştır. Camileri, medreseleri, kervansarayları bu şekilde okumak veya görmek gerektiğini düşünüyorum.

Yoksa yapılan bütün bu mimarı işlerden yaratıcı münezzehtir. Onu anlamaya çalışmak için camiye, medreseye elbette yok. Ancak yapılan güzel şeyi sever, hoş görür.

***

8. yüzyılda Emevilerin yaptırmış olduğu Kurtuba Cami bir sanat eseri niteliğindedir. İlk zamanlar oldukça küçük olan camiye her geçen yüzyıllar içerisinde çeşitli eklentiler yapılmıştır.

9. yüzyılda Emevilerden koltuğu devralan Abbasiler Samarra’da 850’de Samarra Ulu Camisini inşa ettirmiştir. İnşa edildiği dönem dünyanın en büyük camisiydi. Cami kelimesine bir parantez açalım. Peygamber zamanında kullanılmayan bu kelime gelişen ibadethanelerin boyut ve mekânsal açıdan ikiye ayrılmasını ifade etmesi bakımından 9. veya 10. yüzyılda Arap coğrafyasında kullanılmaya başlandı.

Samarra Ulu Camii

Ahmed bin Tolun tarafından 879’da bugünkü (Mısır’da) inşa edilen İbn Tolun Camii, Samarra Camii üslubunu devam ettirmiştir. Her iki Cami’de garnizon Camisidir ve mimari olarak minaresi spiral biçiminde inşa edilmiştir. Ahmed b. Tolun Türk kökenli olmasına rağmen o dönemde hüküm süren bir çok küçük devlet gibi o da bölgede Abbasi halifesine bağlı idi.

Gelenek ve din ekseninden bakalım biraz da… Örneğin türbeler; İlk türbenin ne zaman yapıldığı oldukça tartışılmış sonunda kalıntılarından 9. yüzyılda Samarra‘da yapılan Kubbetü’s-Suleybiyye olduğu anlaşılmıştır. Ancak türbenin yaygınlaşması ve bir gelenek haline alması Türkler tarafından ortaya çıkmıştır.

İlk dönem İslam alimleri türbe konusunda yasak getirmiş olmasına rağmen İslam dini temelde türbeyi yasaklamaz. Örneğin; minare, kubbe gibi mimari yapılarda da bu söz konusudur. İslam aslen mânaya bakar. Özü aramamızı ister. Madde sadece kabuktur, mevcudiyeti karşılar. Kimi zaman bu işlevsel hale gelir kimi zaman ise sembolik biçimde yerini bulur. İsmail Samani Türbesi ‘de sembolik İslam mimarisinin ikonik örneklerinden biridir.

Bilindiği üzere Türkler henüz İslamlaşmadan evvel kurgan geleneğine sahipti. Ölülerini saygı içerisinde uğurlar ona özel bazı eşyalarıyla beraber gömerlerdi. Batı dünyasında bu mezar şekillerine tümülüs adı verilirdi. İslam’dan sonra kurganların türbeye evrilip bu geleneği bugün dahi devam ettirmemiz aslında tamamen kültür, gelenek ve coğrafya kodlarından ibaret. Türbelerin yüzyıllar içerisinde gelişimini tamamladığını ve kültür-gelenek ürünü olduğu malum.

İlk türbeler türk çadırı (otağ, yurt) ile stupa mimarilerinden gelişmiş olabilir mi? Kimi okumalarım bunu doğrularken ben sadece etkilenmiş olabilir diyorum. Çünkü, Türkler Orta Asya’dan antik Pers coğrafyasına giriş yaptıkları vakit mezarlarında Pers mimarisinden esintilerde taşıdılar. Türbe ile ise bu gelişmeyi İslami bir çerçeveye uyarlamış oldular. Aşağıdaki görsellerde “Pers kral lahiti” ile “Türk Çadırını” karşılaştırma yapabilirsiniz. Tabi ki kurgan geleneğimizi unutmadan…

Şunu da ekleyip hemen örneğimize geçelim. Şahsen türbelere karşı bir insan değilim. Bunların İslam’dan sonra estetik bir unsur barındırdığını, kültürel bir değer olduğunu düşünüyorum. Ancak bir türbeye veya türbede yatan kişi veya kişilere kutsiyet atfetmek onları ilahlaştırmak olur ki; işte İslam’ın yasak ettiği budur. Bu konuda İslam coğrafyasının geçmişte tecrübe ettiği bazı hadiseler bugün de maalesef yaşamakta.

Kültürel bir fenomen olarak türbe ziyaret örneği; Şah Rükn Alem Türbesi-Pakistan

***

Orta Asya Mimarisinde İslami Kimlik Arayışı

Buhara‘da bulunan İsmail Samani Türbesi 10. yüzyılda inşa edilerek Orta Asya’da en erken tarihlendirilebilen türbeye örnektir. Türbe, aslen Samani aile hanedanın mezar alanından başka bir şey değil. Ancak gerek simetrik yapısı gerek dekoratif unsurları olağanüstüdür. Bununla birlikte İslami öğeler neredeyse yok gibidir. Ancak detaylı bakıldığında Soğd, Zerdüşt ve Budizm’i çağrıştıracak imgeler içerir. Klasik türbe algı dünyamızın çok ötesindedir. Başlı başına bir anıttır ve çok kültürlü bir yapıya sahiptir.

Bunu şuna bağlamak doğru olabilir. Samaniler, günümüzün Afganistan, İran, Özbekistan, Tacikistan ve Kazakistan’ı kapsayan bazı bölgelerinde hükmediyorlardı. Dolayısıyla bu bölgelerde hem din hem de etnik unsurlar farklılık gösteriyordu. Örneğin; Tacikistan’da Soğd’lar varken Afganistan’da Türkler, Araplar, Farslılar vardı. Dinleri birbirlerinden çok farklıydı. İslam yaygınlaşmıştı ancak halen Zerdüşt, Budist, Şaman, Hristiyan gibi dinlere mensup binlerce insan vardı. Türbenin mimarisinde ‘de Samanilerin hükmettiği kültür havzalarından izler görülür.

İşte bunun için ardından gelenler İslami bir çerçeve içinde kare zeminli türbe inşasına başladılar. Kendi coğrafyasındaki bütün dinleri ve kültürleri yansıtacak olan bu türbe Sasani ateşgahlarından yoğun kimlikler taşıyordu. Pişmiş tuğladan inşa edilen Samani Türbesi ana kubbe ve çevresindeki küçük kubbeleriyle de Budizm’i hatırlatan öğeler içerir. Sivri kemerler, sütunlar ve karmaşık geometrik desenleri tek başına harmanlamayı bildi. Kendi başına dekoratif özellik olarak İslam mimarisinde son derece önemli hale gelen mukarnas’ın da haber vericisiydi. Bir asır sonra vezir Nizamülmülk Siyasetname adlı kitabında İsmail Samani’yi iyi bir liderlik modeli oluşturmakla övüyordu.

Yine bu dönemde (10.yüzyıl) Karahanlılar tarafından inşa edilen camilere bir örnek verelim. Tuğladan yapılan Megakı Attarı Camii (Buhara) ipek yolu üzerinde bulunan ve çevresinde kervansarayların bulunduğu bir camiydi.

Caminin ismi “esanslı-ıbrlı çukur” anlamına geliyor. Caminin bulunduğu alanda daha önceden bir Zerdüşt tapınağının kalıntıları ortaya çıktı. Daha sonraki dönemlerde de Budist tapınağına dönüşen cami 10. yüzyılda “Makh” cami ismini almış. Kelime farsça “ay” demek. Ay, Zerdüşt dininde de önemli bir semboldü. Günümüzde cami halı müzesi-hediyelik eşya dükkanı olarak kullanılıyor.

Arab-Ata Türbesi 977-78 yıllarında Özbekistan’ın Semerkand Bölgesi’ndeki Tim köyünde inşa edildi. Tarihi önemi bakımından çok önemlidir. Orta Asya’da İslam mimarisinin üç önemli özelliğini barındıran en eski yapılar arasındadır. Bunlar; Mukarnas, mihrap ve piştak. Mihrap aslında ilk kez Emeviler döneminde 715 yılları gibi kullanılsa da, Türkler ve Orta Asya’da yaygınlaşması 10. yüzyılı buldu. Mukarnas ise 10.yüzyılın ortalarında kuzey doğu İran’da ortaya çıkmış ardından Orta Asya üzerinden, İran, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika ve İspanya’ya kadar uzanmıştır. Piştak ise tamamen Türklere özgü İslam mimarisinden çizgiler içeren bir yapıdır. Kervansaray, medrese, türbe ve camilerde kullanılır. Anıtsal giriş veya taçkapı da denebilir. İşte bu üç özelliği İslam dünyasında bünyesinde barındıran yapıların en eskisi olması adına Arap-Ata türbesi ilktir. Mukarnas, mihrap ve piştak bu tarihten itibaren İslam mimarisinin vazgeçilmez unsurlarından biri haline geldi.

Görsellerde soldan sağa doğru; İsfahan Ulu Cami mukarnas detayı, Ayasofya Cami mihrabı ve İsfahan Ulu Cami piştak’ı (taç kapısı) yer alır.

İsmail Samani Türbesindeki çok kültürlüğü Arap-Ata’da bulamazsınız. Arap-Ata 10.yüzyılda yaşanmış türbe ve cami mimarilerindeki evrimi anlamak için çok önemlidir. Örneğin Samani Türbesinde mukarnas göremeyiz. Ancak bir çaba vardır. Bu çaba Arap-Ata’da ortaya çıkar. Samani Türbesinde dış yapıda neredeyse İslam motifleri yok gibidir. Hatta incelediğim kadarıyla yoktur. Ancak Arap-Ata’da piştakın kuzeydoğu tarafında Kûfî kabartma hat ile yazılmış Kuran-ı Kerim’in Bakara suresinin 281. ayetinden parçaları görürüz. Kısmen tahrip kısmen yağmalama ile günümüze çok az kısmı gelebilmiştir.

Arap Ata türbesinde Âyet detayı

Orta Asya’nın en eski hat sanatına sahip türbesi Samani Türbesi gibi kare bir taban üzerine kurulmuş ve dairesel kubbe ile örtülmüştür. Her ikisinde de köşe tromplar kullanılmıştır. Arap-Ata’nın farkı mukarnas, mihrap ve piştakdır. Kufi hat sanatı ise tamamen Arap sanatçıların gözüyle İslam estetiğini yansıtma çabasıdır. Bütün öğeleri bu yüzyıldan sonra önce Selçuklularda sonra ise bütün İslam coğrafyasında görmek mümkündür. Bu üç öğe ile İslam mimarisi zarafet kazanır.

“Şayet İsmail Samani’nin türbesiyle Semerkant yakınlarındaki Zerefşan Vadisi’ne yukarıdan bakan Tim köyündeki Arap Ata Türbesi olmamış olsaydı zirve dönemindeki Buhara mimarisinin zarafetini görmekten mahrum kalacaktık” (S. Frederick Starr)

***

11. yüzyıla geldiğimizde tarih sahnesine Büyük Selçuklu Devleti çıkar. Tuğrul Bey döneminde Harakan kümbeti, Kümbeti Ali (İsfahan), Cihil Dühteran (Damgan) gibi dini yapılar yapılmış olmasına karşın Sultan Melikşah döneminde yapılan İsfahan Cuma Camii en muhteşem mimari eserler arasındadır. Selçuklular, İsfahan’ı başkent yapmış Abbasi halifesinin daha önceden kentte inşa ettirdiği camiyi onarmayı şeref bilmiştir. Tuğrul Bey şehrin imarı konusunda oldukça hassas davranır. Hele ki “dünyanın yarısı” sayılan bir güzelliğe sahip bir şehirse… “Esfehan, nıfs-ı cihan” denmesinin sebebi şehrin gerçekten tabiat anlamında güzel bulunuşudur. Geçmişe dönüp baktığımızda gerçekten şehir Ahameniş denen Pers uygarlığından beri sürekli farklı devletlere ev sahibi olmuştur. Günümüzde bile İranlılar bir üst kimlik olarak şeriata bağlılığı ve Pers İmparatorluk kimliğini onur bilmiştir.

Nakş-ı Cihan Meydanı-İran

Tuğrul Bey’in onarımına başlattığı cami Selçukluların bölgede hakimiyetinin mührü gibiydi adeta. Cami ile beraber medrese, hamam inşasına başlandı. Çevre düzenlemeleri yapıldı. Bütün mimari eklemeler birbiriyle bağlantılı ve orantılıydı. Mimarı alanda Araplar, Farslar ve Ermeniler bütün hünerlerini sergilemeye çalıştı. Estetik ve sanat anlamında ise Arap hattatlar çağrıldı. İslam dünyasındaki bu zamana kadar geçmişten gelen bütün mimari birikim İsfahan Cuma Camisinde vücut buldu diyebiliriz. İslam’ın medeniyet tasavvuru İslam dünyasındaki ustalar aracılıyla anıtsal bir yapı ortaya koymak için birleşmişti. Bütün bu mimarların, sanatkârların, ediplerin işi tek bir yaratıcı olan Allah’ı anmak amacıyla yapılan bu mabede katkı sunmaktı.

İsfahan Cuma Camisi bilinen en erken tarihli çifte minareli camidir. O dönemde yapılan kubbeler arasında en büyüğü olma özelliğine sahiptir. Taç kapısı (Piştak) bilinenin en muhteşemi ve en büyük olanıydı. Yapılan eyvanlar o döneme aitti. Selçuklu sonraki nesillere sadece bir ibadethane değil aynı zamanda yüzyıllarca sürecek kültürel miras bırakıyordu.

İsfahan Cuma Camisi, İslam dünyasının hem sembolik hem dini hem de sosyal anlamda işlevselliğini bugün dahi koruyor. İranlılar aileleri ile birlikte Nakş-ı Cihan Meydanında geleneksel çaylarını koyup sohbet ederken eyvanları, taç kapıyı gözleriyle süzüyor. Yerli ve yabancı turistler, gezginler ise dünyanın bu güzelliğini görürken hayranlık içinde birbirlerine çarpıyor. Bu yapı, Selçuklular’dan önceki Türk mimari geleneği ile uyum içerisinde vazgeçilmez bir biçimde İslami harmoni sağlıyor. Dört eyvanlı avlulu yapısıyla, mihrap önü kubbeli mekanıyla mimari gelişimi, İslami bir kimliğe bürünmeyi hatırlatıyor.

İsfahan Ulu Cami, Selçuklulardan sonra Timurlular, Safevi İmparatorfluğu, Kaçar Hanedanlığı sırasında eklemeler ve onarılmalar görse de hiçbir zaman Selçuklu ve İslam kimliğinden bir şey kaybetmedi. Her gelen devlet farklı stil denemeleri ile yeni bir tarz ortaya koymaya çalıştı. Böylece cami daha da güzelleşerek günümüze kadar geldi.

***

12. yüzyılda Orta Asya’da bulunan İslam mimarisine örnek yapılarına baktığımızda Sultan Sencer Türbesi bize katkı sağlar. Türkmenistan’ın Merv şehrinde bulunan bu yapı günümüze kadar ulaşmış yapılar arasındadır. UNESCO Dünya Kültür mirası listesinde olan türbe 1990 yılına kadar ciddi bir onarım görmemişti. Bu tarihten sonra Türk ve Türkmenistan hükümetleri desteğiyle türbe onarım görmüştür. Diğer Orta Asya türbeleri gibi tamamen tuğladan inşa edilen türbenin eyvanlarının yanında İslami motifler ve Kûfi hat sanatı ile yazılmış “Allah-u Ekber” ve “La ilahe illalah” yazıları görülebilir. Dış kubbenin mavi çinilerle kaplı olduğunu dönemin tarihçileri bahsetse de şu an bu çinileri maalesef anıtın üzerinde göremiyoruz. Türbenin içinde duvarlardaki kalıntılardan anlaşılıyor ki bir zamanlar kalem işçiliği süslemeleri mevcutmuş.

Yine bu dönemde Selçuklu imzasını taşıyan ve sonradan İlhanlı ardından ise Safevi Devletinden esintiler görülen bir eser olarak Saveh Cuma Cami örnek verilebilir. İran’ın Saveh kentinde bulunan eser günümüzde görülebilir. Selçukluların özellikle 11. ve 12. yüzyılda İran toprakları üzerinde oldukça imar faaliyetleri yürüttüğü ve şehirler inşa ettiği bilinmektedir. Aynı İsfahan Cuma Cami gibi Saveh Cuma Cami’de bölgenin artan nüfusu için inşa edilmiş bir yapıydı. Tarihi çarşının tam merkezine kuruldu ve yine medrese, hamam v.b eklentiler ile bir külliye teşkil edildi. Bu anlamda diğer merkez camileri gibi o da hem İslam’ın sembolüydü hem de insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak alanlar açmıştı.

Orta Asya’daki cami kültürüne baktığımızda genelde mihrap önünde kubbeli bir bölüm ve gerisinde büyük bir eyvan ardından geniş avluya açılan bir dünya görürüz. Bu kültür sonradan Anadolu’ya aktarılacaktı. Türkler, mimari bir başarı olarak dini ve dünyevi olarak sentezlemeyi başarmıştı.

Saveh Cuma Camii Kûfi Hat detayı

Saveh Cuma Cami’nde bolca İslami motif ve süsleme görebiliriz. Yapının içinde farklı bölümlerde derz arası süslemeler kullanılmıştır. Duvar yüzeylerinde tuğlalar arasında kare kesiti formunda küçük tuğla parçaları yer alır. Bu parçaların üzerinde “Allah” yazısı mevcuttur. Minaresi silindirik gövdeye sahiptir. Minarenin gövdesinde geometrik bezemelerle örülmüş kûfi kitabe kuşağı vardır. Üç şerit halindeki kitabe besmele ile başlar. Ortadaki “Muhammed peygamberlerin sonuncusudur” diye devam ederken son şerit ise “Muhammed bin Melikşah” adlı hükümdara atfedilir.

Hint Dünyası-Kutub Minar ve Çevresindeki Anıtlar

Orta Asya’nın dışına çıkıp yönümüzü Kuzey Hindistan‘a çevirdiğimizde göreceğimiz manzara yine Türk hakimiyeti olacaktı. Bu sefer 13. yüzyıldan bir örnek vererek yazıyı sonlandıralım. 8. yüzyıldan itibaren İslam’ın yayılma alanı hızlıydı ancak belli bölgelere yerleşmesi oldukça zaman aldı. Hindistan buna örnektir. 10. yüzyıldan itibaren Gazneliler Hint topraklarına girip bölgedeki bir çok Buda heykelini yıktılar. Tabi bu tip hareketler bölgedeki insanların İslam’a olumsuz bir şekilde bakmasını sağladı. Gazneliler ile bölgedeki Budist güçler arasında uzun yıllar savaşlar oldu. Oysa Hindistan neredeyse 4 bin yıldır Hint-Budizm gibi inançların dünyasıydı. Gazneli Mahmud, bütün Hint kıtasına İslam’ı yaymakta başarılı olamadı. Gaznelilerden sadece bir türbe kalıntısı kaldı ancak ardından gelecek olan Delhi Sultanlığı günümüze kadar gelen Hint-İslam mimari öğeleri taşıyan eserleri meydana getirdi.

Kutub Minar ve çevresindeki yapılar

Kutup Minar ve çevresindeki yapılar bunlara açık bir örnek teşkil eder. Delhi’nin fethi sonrası Kutbeddin Aybek tarafından 1200’de ilk olarak “Kuvvet’ül İslam Camii” ing. (Quwwat-ul-Islam) yapıldı. Cami isminden de anlaşılacağı üzere “İslam’ın kuvveti” adını taşıyor ve bölgedeki çalkantılı din savaşlarının simgesel veya sembolik bir ifadesini bize gösteriyordu. Kuzey Hindistan ve Delhi’nin fethini kutlayan bu yapılara biz daha çok mimari açıdan bakmaya çalışacağız. Kuvvet’ül İslam Cami içerisinde ve dışında görebileceğimiz bol miktarda Hint-İslam öğeleri barındıran mimari bir yapı. Cami günümüzde, Hindistan’ın ilk camisi olarak kabul ediliyor. Kuvvet’ül İslam Cami’den bugün geriye kalıntıları kalsa da bir çok turist bu bölgeyi ziyaret ediyor.

Kuvvet-ül İslam Cami kalıntıları sağ tarafta eski budist tağınağın izleri

Yanındaki anıtsal minare olan Kutub Minare veya Kutup Minar, İng (Qutab Minar) ise yine Kutbettin Aybek tarafından aynı dönemde yapımına başlanmış olsa da 1230 civarı son bulmuş. Minare devasa yapısıyla hemen fark ediliyor. Kutub Minareyi birçok yönden ele almak mümkün. Bu yüzyıllarda zaten ilginç bir şekilde hem Orta Asya’da hem Arap topraklarında uzun minare yapmak gelenek haline gelmişti. Bu yapılara örnek Buhara’daki Kalyan minaresi, Afganistan’daki Cam minaresi verilebilir. Son olarak Hint fetihleriyle Delhi’de inşa edilen Kutub Minare ile minareden çok İslam’ın tam anlamıyla sembolik ifadesi imar edilmiş oldu diyebiliriz. Kutub Minare isminden anlaşılacağı üzere “minarelerin merkezi” anlamına geliyor. Delhi Sultanlığı bu minare ile sadece bölgeyi fethederek İslam vurgusu yapmıyor aynı zamanda hem kendi dindaşlarına hem de dindışı olan insanlara mesaj veriyordu. Yeni bir merkez dünya inşa etme vaadi sunma fikri Delhi Sultanlığı ve daha sonrasında Babürlülerde görülecekti. Yaratıcının yeryüzündeki temsilcisi olma fikri aslında çok kadim medeniyetlerde dahi kendini buldu. Örneğin; Ahameniş İmparatorları bu temsiliyeti Ahura Mazda denen tanrılarından alıp Persepolis adında tapınak/şehirler inşa ediyorlardı.

Bu yetkilerini bölgedeki diğer devletlere ve halklarına kanıtlamak isteyenler hep aynı şeye başvurdu. Büyük mabedler. Kısaca Anadolu coğrafyası dahil bütün kadim coğrafyalarda aynı şeyi görmek mümkün…

Kutup Minar ve çevresindeki anıtlarda bundan payını almıştı. Kırmızı kumtaşı, granit ve kuvarstan yapılan bu yapılar oldukça şatafatlı ve ihtişamlıdır. Hint sanatı genelde zaten gösteriş meraklısı bir sanattır. İslam bölgeye gelince aslında hiç bir şey değişmedi. Hint-İslam sanatı adı altında bugün gördüğümüz çoğu ihtişam içeren mimari yapılar kültür karmasından oluşan simgesel yapılardan ibaret.

Kırmızı kumtaşı, mermer ve kuvars klasik Hint-İslam mimarisinin vazgeçilmezi oldu.
Pencere üstünde ayet motifleri.

Hint-İslam mimarisinin bu gözde yapılarından biri olan Kutup Minare 72,5 mt. yüksekliği ile abidevi bir değerdir. Tac Mahal’in inşa edilmesine kadar Hindistan’ın en yüksek yapısıydı. Unesco Dünya Mirası listesinde olan minare gittikçe daralan bir forma sahiptir. Kumtaşı ve mermer bolca kullanılmıştır. Mukarnaslar ve Kufi hatlarla süslenmiştir. Bu açıdan bakıldığında Selçukluları ve Arap hattatları hatırlatır. Geometrik desen ve halkaların yanı sıra bezemeler ile süslenmiştir. Kutub Minar ve çevresindeki anıtlarda Hindu oymalarını, resimlerini görmek de mümkün.

Kutup Minar girişi. Kapı üstünde lotus çiçek motifleri. Kenarlarda ayet işlemeleri.

Ala’i Darwaza ( Aleaddin’in Kapısı) Kutub Minar kompleksinde bulunan diğer bir anıttır. Kuvvet-ül İslam Camii’nin güney kapısı olan ve Sultan Aleaddin Halacı tarafından 1311 yılında yaptırılan bu eser günümüzde de oldukça ziyaret ediliyor. Yine bu eserde kırmızı kumtaşı ve beyaz mermer kullanılmıştır. Kare zemin üzerine kubbeli ve tek odalıdır. Duvarlarının bir kısmında Hint kültüründe kutsal olarak kabul edilen lotus çiçeği işlenmiştir. Pencerelerinde yıldız motifleri görülürken (Türk-İslam mimarisinde sıkça kullanılır), pencere kenarlarında Ayet-i kelimeler işlenmiştir.

Ala’i Darwaza (Aleaddin Kapısı)

***

Sonuç olarak; İslam’ın Orta Asya ve Hint kıtasında yayılması ile İslam mimarisi yeni kültürel değerleri bünyesinde barındırarak içselleştirmiş ve ortaya bugün “klasik eserler” dediğimiz nitelikte mimari yapılar çıkmıştır.

Bu yazıyı beğendiyseniz paylaşabilirsiniz.
gezginfikir
gezginfikir

Hakkımda sayfasına yönlendiriliyorsunuz:) Sizi en iyisi oraya alalım.

Bülten

E-mail adresinizi girip üye olabilirsiniz.

Bir yanıt bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir