Önceki yazımda “stupa” kavramı özelinden genel anlamda bir giriş yapıp Hindistan topraklarından çıkan bu dini mimari öğenin gelişimini anlatmaya çalışmıştım. Daha sonra Budizm’inde yayılmasıyla beraber günümüz Afganistan, Pakistan, Çin topraklarında yayılmasını örnekler üzerinden açıkladığımı umuyorum.
Bu yazımda ise ilk yerleşik Türkler olan Uygurların, Budizm ile tanışmasını ve “stupa” denen mimari kavramın Uygur Kağanlığında geçirdiği değişimi ve olgunluğunu aktarmaya çalışacağım. Ama önce kısaca Türk Tarihi açısından büyük bir öneme sahip olan Orhun Vadisinden bahsetmek istiyorum.
Orhun Vadisi-Bozkır Toplumların Anavatanı
Günümüz Moğolistan sınırları içerisinde olan Orhun Vadisi tarihi açıdan büyük bir öneme sahiptir. Birçok bozkır imparatorluğuna ev sahipliği yapmış bu verimli vadi göçebe kültürünün gelişimini göstermesi açısından çok önemli. Ayrıca yavaş yavaş yerleşik bir düzene geçen göçebe toplumların ortaya çıktığını da yine bu vadideki arkeolojik sahalarda görürüz. Bölgede bulanan birçok levha mezar, saray kalıntısı, Budist tapınakları, geyik taşları, petroglif bir zamanlar burada yaşayan bozkır toplumlarını anlamamız açısından bize ışık gösteriyor.

Moğol İmparatorluğuna başkentlik yapmış olan bu vadi Türk-Moğol tarihi açısından da oldukça önemli. Cengiz Han gibi bir aktörün bu topraklardan çıkması boşuna değil. Türkler açısından önemi ise başta Asya Hun Devleti olmak üzere Göktürk Devleti, Uygur Kağanlığı gibi birçok Türk toplumunun başkentinin burada olmasıydı.
Unesco Dünya Mirası listesinde olan Orhun Vadisi, zengin ve kültürel içerikli öğeleriyle, canlı doğasıyla, yaşattığı mirasıyla dün olduğu gibi bugün de yaşamaya devam ediyor. Yüzyıllar boyunca bozkır imparatorluk gücünün temsili merkezi olarak görülen vadi Kül Tigin anıtı, kutsal Ötüken Dağı, Karabalgasun (Ordu-Balık), Karakurum, Erdene Zuu Manastırı gibi birçok terimi hafızamıza kazıdı. Hem Dünya tarihi açısından hem de Türk tarihi bakımından Orhun Vadisi her zaman önemini koruyacak.
Uygur Mimarisi ve Etkileri
Türkler tarih sahnesine çıktıklarından beri inançları sürekli olarak Şamanizm veya Tengricilik olarak bilinir. Oysa bozkırlardaki bu millet tarihi süreç içerisinde bir çok kez farklı nedenlerden dolayı din değiştirmiştir. Kimi zaman ise birden fazla dine aynı anda inanmışlardır. Bu dinlerin arasında başlıca Şamanizm, Tengrizm, Maniheizm (Uygurlar), Budizm (Uygurlar), Musevîlik (Hazarlar), Hristiyanlık (Volga Bulgarları, Uzlar, Peçenekler, Gagauzlar) ve İslâmiyet (Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar, v.s.) eklenebilir. Dolayısıyla “Eski Türklerin dini Şamanizm’dir” demek ancak kolaycılığa kaçmak olur.

Tarih boyunca bir çok kez görüldüğü üzere toplumların dini hayatı çeşitli kültürel etkileşimler, devletler arası münasebetler vasıtasıyla değişmiştir. Bunun örneklerinden olan Uygur Kağanlığının, Maniheizm ve Budizm’i kabul etmesi Çin Hanedanlığı ile kurmuş olduğu diplomatik ilişkilerdir. Çin Hanedan elçilerinin Uygur Kağanlığı tarafından kabulünden sonra Uygurlular özellikle Budizm’i benimsemeye başlamıştır.

Uygurlular 8. ve 9. yüzyıllarda Orhun Vadisi sınırları içerisinde başkenti Ötüken, Ordu-Balık (Karabalgasun diye de bilinir) ismiyle bir şehir inşa ettiler. “Surlu Şehir” anlamına gelen Türk tarihinin bu ilk şehri yerleşik hayatın birinci kanıtıydı. Şehirciliğe ve mimariye önem veren Uygurlar 8. yüzyılın sonuna doğru Turfan, Miran, Koca, Karaşehr gibi onlarca şehir inşa etti. Yerleşik hayatın etkisiyle stupalar, kule tapınaklar ve saraylar, şehirler inşa eden bu uygarlık kendinden sonraki Türk devletlerine yol gösterici olmuştur.

Uygur şehirleri iç kale, şehir ve dış mahalle birimlerinden oluşuyordu. Şehir planlarını kare, dikdörtgen veya sekizgen olarak tasarlamışlardı. Yapıların çoğu kerpiç kullanılarak bina edilmişti. Şehrin dört ana köşesinde büyük kuleler, ortada ise saray ve mabed bulunurdu. Şehrin tamamı surlarla çevriliydi. Surların haricinde hendekler açılarak saray koruma altına alınmıştı. Şehirler birbirini kesen caddelerle dörde bölünerek taksim edilmişti.


Budizm’in Uygur Mimarisine Etkileri
Göçebe hayatın birikimini yerleşik hayata geçerek daha farklı bir aktarım sağlayan Uygurlar, diğer Türk devletlerinden farklılaşmıştır. Maniheizm ve Budizm’i benimseyen Uygurların yaşam tarzlarında da bu etki açıkça görülmüştür. Dinlerinin etkisiyle tapınak mimarisini geliştirmişlerdir. Tapınaklarının çoğunda iç avlu ve etraflarında yapılar bulunmaktadır. Avlunun ortasında kutsal kişinin resim veya heykelleri bulunmaktaydı.
Taş, tuğla veya kerpiç kullanılarak inşa edilen stupa tapınaklarının bulunduğu bölge kutsal kabul edilirdi. Tapınakların üstü kubbe ve tonozla kaplanarak inşa edilirdi. Bazıları ise kayaya oyulurdu (Bezeklik Mağaraları) gibi. Uygurlar ilk kez kırlangıç örtü veya kubbe denen sistemi tapınaklarında kullanmışlardır. Türk çadırını andıran bu stupalar Uygurların bu dinleri benimsemelerine vesile olmuş olabilir mi? Açıkçası bilemiyorum…


Stupaların süslemelerinde Hindistan’da görüldüü gibi duvar resimleri mevcut iken kitaplarını süslemek için ise Çin sanatı olan minyatür sanatını kullanmışlardır. Uygur şehir kalıntılarındaki Budist ve Maniheist duvar resimleri Türk tarihi açısından oldukça önemlidir. Bu resimlerden ve stupa adı verilen Budist tapınak kalıntılarından bugün anlıyoruz ki Türklerin (en azından bir kısmı sayılan Uygurlar) bir zamanlar bu dinlere mensuptu ve artık bu kanıtlanabiliyor.

Uygur stupalarının diğer ve en önemli özelliklerinden biri çift katmanlı oluşudur. Birinci kubbenin üzeri hafifçe kesilerek üzerine ikinci kubbe bina edilmişti. Bunun neden böyle yapıldığı tam olarak bilinmese de Uygur Kağanının çadırına benzetilmiş olabilmesi ihtimaldir.
Uygurların yaptırdığı bir diğer Budist merkez ise Bezerklik Buda Mağaraları ‘idi. İçerisinde stupaların bulunduğu bu tapınak bölgedeki 77 adet mağaranın oyularak oluşturulması sonucu inşa edildi. Çoğu mağara aynı Hindistan stupaları gibi dikdörtgen bir şekilde tasarlanmıştı. Bu stupa ile beraber vihara eklentisinin olduğunun göstergesiydi. Mağaraların içerisinde yüzlerce temsili Buda ile Uygur prenslerini bir arada gösteren resimler mevcuttur.

Uygurlar yerleşik düzene geçerek Türklerin ilk şehrini inşa etmişler ve böylece bozkır kültürüne farklı medeni bir anlayış getirmişlerdir. Karabalgasun veya Ötüken gibi başşehirlerinde bırakmış oldukları eserler bugün Alman-Moğol bilim adamları tarafından incelenmektedir. Karabalgasun gibi önemli bir Uygur Tapınak/Şehir’in bulunduğu arkeolojik alanda Türk bilim adamlarının olmaması üzüntü vericidir.

Bugün bu arkeolojik saha Türk tarihi açısından çok kıymetli bulgulara sahiptir. Almanlar sahada her geçen gün daha çok araştırma yaparak bir çok kıymetli tarihi eşya çıkarmaktalar. Bu eşyaların bir kısmını ise web ortamında sergilemekteler. Türkler devreye girmediği sürece, hem Karabalgasun hem de Karakurum‘da yapılan arkeolojik kazılar, drone ile çekilen görüntüler, üç boyutlu taramalar gösteriyor ki, Almanlar yakın zamanda bir Türk vadisi olan Orhun Vadisini kaçınılmaz olarak sahiplenecekler.

Tekrar konumuza dönersek, Uygurların dini hayatını, sanatını, mimari yapılarını ve geçirdiği dönüşümleri Türklerin dönüşümleri olarak görmek mümkündür. Dini hayatları oldukça zengin olan bu topluluk 9. yüzyıldan sonra ani Kırgız saldırı ile yavaş yavaş parçalanmaya başladı. İşte o zaman bu kağanlığın içinden üç ayrı küçük devlet doğar. Bunlardan biri Karahanlılardır. İslam’ın hızla Orta Asya’da genişlemesi sonucu Karahanlılar aynı Budizm’de olduğu gibi İslam’ı benimseyerek Müslüman olurlar.
Diğer ikisi Kansu ve Karahoca Krallığı idi. Kansu Krallığı çok geçmeden Çin Hanedanlığının içinde asimile oldu. Karahoca Uygur Krallığı ise yukarıda kısaca bahsetmiş olduğumuz Bezerklik Buda Mağaralarını inşa ettiren Budist devletti. Kırgız saldırısı sonrası günümüzde Sincan Uygur Özerk Bölgesi adı ile bilinen Turfan civarına yerleştiler. 12. yüzyıldan itibaren ise Kara-Hitay adlı Moğolların etkisi ile bağımsızlıklarını kaybettiler.

10. yüzyıldan itibaren Orta Asya’ya İslam’ın etkisi birçok devletin bu dine geçmesine sebep oldu. Çağatay Hanlığı ‘da bunlardan biriydi. Şamanizm’in kültürel kodlarını günlük yaşantımızda halen görsek de 14. yüzyıldan itibaren Orta Asya artık çoğunlukla İslam’a geçmişti.
Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Turfan bir zamanlar Karahoca Uygur Krallığının başkenti iken bugün Çin turizmine katkı sağlıyor. Bölgede yaşayan Müslüman-Türkler atalarının inşa ettiği stupaları ve sarayları pek merak etmiyor. Acı olan şey ise çoğunun bu mimari izden ve kimlikten habersiz yaşamaları ve stupaların Moğollar veya Çinliler tarafından inşa ettirildiğini düşünmeleri…
Not: Bir sonraki yazımda Türk-İslam ekseni ile ilk dönemde gelişen türbe ve medrese mimarisinde Hint mimari çizgileri aramaya çalışacağım.